Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin insan hak ve özgürlükleri alanındaki evrensel değerlere bağlılığını çeşitli anlaşma ve sözleşmelerle dünyaya ilan ettiğini vurgulayan Kılıç, 2004 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere Türkiye'nin taraf olduğu temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelere kanunların üzerinde değer atfedildiğini dile getirerek, şöyle konuştu:
"Temel haklarla ilgili evrensel ölçütlere atıf yapan değişikliklerin son halkasını 2010 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunun açılması oluşturmuştur. Bireysel başvurunun uygulamaya geçirilmesiyle kamu gücünü kullanan kişi ve kurumların sebep olduğu hak ihlallerine karşı 23 Eylül 2012 tarihinden itibaren anayasal yargı denetimi başlatılarak, Anayasa Mahkemesi yeni bir döneme girmiştir. Yasama, yürütme ve yargı organlarının işlemlerinin neredeyse tamamının etkin şekilde denetlenmesine izin veren bireysel başvuru yolu, hak ve özgürlüklerin korunması noktasında halkımız için yeni bir umut kapısı olmuştur. Hukuk devleti anlayışına dayalı, demokratik değerlerle beslenen ve insan onurunu yüceltme idealine hizmet eden mahkememiz, bireysel başvuru yolunda hak ve özgürlüklerin etkin korunması ilkesini benimsemekte, özgürlük alanını genişletme çabasını sürdürmektedir."
"Bireysel başvuru hakkı can suyu oldu"
Bireysel başvurunun varlık nedeninin hak ve özgürlüklerin korunmasını sağlayarak hukuk güvenliğine ulaşmak olduğuna dikkati çeken Kılıç, "Hukuk güvenliği konusunda yaşanan olumsuz gelişmelerin toplumsal ve siyasal alanda yarattığı umutsuzluk, bireysel başvuru yoluyla açılan hava delikleri sayesinde umuda dönüşerek hukuk devleti anlayışına can suyu olmuştur. Yasama, yürütme ve yargı organları, herkes için hukuk güvenliğini sağlamakta güçlük çekiyorsa devlet olma fikrinin anlamsız kalacağı açıktır. Zira devletin özü ve varlık sebebi hukuk güvenliğini sağlamaktır" diye konuştu.
Hukuk güvenliği krizinin yaşandığı ortamlarda ekonomik, siyasi ve sosyal krizlerin yaşanmasının kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkacağının altını çizen Kılıç, hukuk güvenliğine olan talebin her zamankinden daha fazla seslendirilmesinin bu alanda önemli bir sorun yaşandığına işaret ettiğini vurguladı.
Kılıç, hukuk güvenliğinin sağlanmasından sorumlu olan yasama, yürütme ve yargı organlarının bu gerçeği göremezlikten gelmesinin düşünülemeyeceğini kaydederek, şöyle devam etti:
"Anayasa Mahkemesi, temel hak ve özgürlüklerin güvenliğinin sağlanması, insanlık onurunun yüceltilmesi kapsamında evrensel ilkelere yön gösteren pusula görevini yapmaya devam edecektir. Bu bağlamda ulusal, hatta uluslararası kamuoyunca yakından takip edilen mahkememizin verdiği kararlarındaki evrensel yaklaşım, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru yoluyla hak ve özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılması konusunda ortaya koyduğu güçlü iradenin bir sonucudur. Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuruda verdiği kararlarıyla vatandaşlarımızın özgürlük alanını genişletirken, hakların teminatı olma konusunda da onurlu bir duruş ortaya koymaktadır. Verilen kararların toplumsal gerginlikleri azaltma, siyasi kutuplaşmalar sonucu ortaya çıkan sorunların çözümünü kolaylaştırma, sevgi ve barış kültürüne katkı sunma konusunda önemli fonksiyon icra ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Bireysel başvuru sayesinde yasama, yürütme ve yargı organları etkin bir anayasal denetime tabi tutulmakta, halkta gelişen hak ve özgürlük bilinci ise Anayasa Mahkemesine olan güven duygusuna ciddi ivme kazandırmaktadır. Uzun yargılama süreci ve uzun tutukluluk şikayetleri başta olmak üzere adil yargılanma, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, mülkiyet hakkı gibi konularda verilen güçlü, ikna edici ve toplumun büyük çoğunluğu tarafından kabul gören bireysel başvuru kararları kamu vicdanında yargının onurunu yüceltmektedir. Bu olumlu gelişmelerin temel sebebi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesinin yerel gerçeklerle evrensel standartları örtüştürme konusunda ortaya koyduğu başarıdır."
"Yasaklayıcı anlayış yerine özgürlükçü ve eşitlikçi yaklaşım benimsendi"
Temel hak ve özgürlükleri evrensel boyutundan soyutlayarak yerelleştirme gayretlerini yaşanan sorunların kaynağı olarak gördüğünü bildiren Kılıç, sınırlayıcı, yasaklayıcı anlayış yerine özgürlükçü ve eşitlikçi yaklaşımı benimseyen Anayasa Mahkemesinin bu iradesini devam ettirmeye kararlı olduğunu söyledi.
Kılıç, hak ihlallerinin yasama, yürütme ya da yargı organı kaynaklı olabildiğinin altını çizerek, Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun çerçevesinde mahkemelerinin esas inceleme sonucunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verdiğini, ihlal kararı verilmesi halinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmettiğini anlattı.
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunun bir temyiz yolu olmadığını ifade eden Kılıç, şunları kaydetti:
"Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru örneğinde kısa sürede ortaya koyduğu olumlu sonuçların yanında, yaşamakta olduğu yoğun başvuru sorununa ve buna bağlı artan iş yüküne dikkat çekmemiz zorunluluk haline gelmiştir. Benzer tecrübelerden çıkardığımız dersler göstermektedir ki iş yükü sorununun bir kaynağı da mahkememizin verdiği ihlal kararlarının aşıladığı umuttur. Bu anlamda Anayasa Mahkemesi, 'kendi başarısının kurbanı olmak' gibi bir sonuçla karşılaşmak istememektedir. İş yükü sorununun asıl kaynağı yargı sisteminde bir bütün olarak yaşanan uzun yargılama ve uzun tutukluluk gibi kronik problemlerin henüz çözülememiş olmasıdır. İstatistiki veriler de bu durumu doğrulamaktadır."
Kılıç, 23 Eylül 2012'den 24 Kasım'a kadar 26 aylık dönemde mahkemelerine yapılan başvuruların, 2012'de bin 342, 2013'te 9 bin 897, 2014'te de bugüne kadar 18 bin 325 olmak üzere 29 bin 564 olduğunu bildirerek, sözlerini şöyle tamamladı:
"Bu başvuruların 4 bin 311'i bireysel başvuru bürosu, 8 bin 775'i komisyonlar, bin 69'u bölümler tarafından olmak üzere 14 bin 155'i karara bağlanmıştır. Mahkememizin önündeki derdest dosya sayısı 15 bin 409'dur. Mahkememizce verilen ihlal kararı sayısı ise 348 olup, kararların büyük çoğunluğu adil yargılanma hakkının ihlali kapsamında verilmiştir. İhlal kararı verilen 348 başvurunun 297'sinde adil yargılanma hakkının ihlal edildiği tespiti yapılmıştır. Bu tespitin ortaya koyduğu gerçek, çoğunlukla makul sürede yargılama yapılamamış olunmasıdır. Söz konusu rakamların da işaret ettiği gibi ciddi bir iş yükü sorunuyla karşı karşıyayız."